Dentiss Logo

Nasıl Bir Diş Hekimi veya İktisatçı, Eczacı… Nasıl Bir İnsan Olmalıyız?

İ.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seçkin Dindar’ın diş hekimliği ile birlikte devam ettirdiği renkli hayatını, sahibi olduğu Anemas Cafe Ayvansaray’da dinledik.
02.03.2016       11.22.52
"Para her zaman kazanılır ve kaybedilir ama insana yatırım
hiçbir zaman kaybettirmez!"


Sayın Prof. Dr. Seçkin Dindar, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
1954 Uzunköprü, Çöpköy doğumluyum. 1971 yılında kazandığım İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni 1976 yılında bitirdim ve aynı fakültede asistan oldum. 1977 yılında doktora yapmak için İngiltere’ye gittim ve 1979 yılında bitirme tezimi verdim. Kısa bir süre sonra da, şu anda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çocuk kardiyoloji profesörü olarak görev yapan, çok değerli eşim Aygün Dindar ile evlendim. 1981 yılında yardımcı doçent, 1985’de doçent, 1989 yılında ise profesör oldum. Halen İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde görev yapmaya devam ediyorum. İki kız çocuğumuz var.



Balat ve Anemas Cafe’nin hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Bir gün çocukluk arkadaşım, Kaliforniya’dan beni ziyarete geldi. “Beni Balat’a gezmeye götürür müsün?” dedi. Ben Balat’ın tam olarak nerede olduğunu dahi bilmiyordum. Haliç’in kıyısına geldik. Surların içinde, Balat’ın dar sokaklarında yol alırken arabam çizildi. Çok sinirlendim ve “Bir daha da asla Balat’a gelmem.” dedim. Ancak 15 gün sonra, bu sefer eşim Aygün Dindar’la tekrar Balat’a geldik. Balat’a olan kızgınlığım farkında olmadan aşka dönüşmeye başlıyordu! Eşimle, bu kadim tarihe sahip semtte, semtin geleceğini de görerek ve çocuklarımızı da düşünerek yatırım amacıyla yerler almaya karar verdik. İlk başta amacımız sadece yatırım yapmak gibi görünse de kısa sürede buradaki yaşam bana Uzunköprü’deki çocukluk yaşantımı hatırlattı ve Balat’tan ayrılamaz oldum.

Önce, aldığımız yerleri restore etmeye, onları eski güzelliklerine kavuşturmaya başladım. Bir gün eşime, “Burada küçük bir kafe açalım,” dedim. Önce bana çok kızdı, ama bir ay sonra da kafemiz oldu! Balat Kafe’de çeşitli sanatsal etkinlikler düzenlemeye başladık. Fotoğraf, resim sergileri organize ettik. Bir sanat merkezi gibi çalışmalarımızı sürdürdük. Eşin, dostun tavsiyesiyle başka tarihi yerlerde aldık ve onları da restore etmeye başladık. Daha sonra, restore ettiğimiz bu yerleri değerlendirmek amacıyla erasmus öğrencilerine kiraya vermeye başladık. Sonuç olarak bu, keyifli bir iş olmaya başladı. Bu süreç, aynı zamanda Balat Cafe’den şimdiki Anemas Cafe’ye uzanan bir gelişimi sağladı…



Üniversitede beşe kadar akademik bir yaşamım var. Sonrasında da Anemas Cafe ve yurda gelip, öğrencilerle ve konuklarla vakit geçirmek çok keyifli oluyor. Bu arada öğrencilerin tamamı yabancı ve şu ana kadar içlerinde hiç diş hekimliği öğrencisi olmadı!

Balat ile beraber hayatınızda neler değişti? Burası size neler kattı?
Tarihi eskiden beri hiç sevmemişimdir. Çocukken Fatih Sultan Mehmet ile ilgili bir ödev hazırlamam gerekiyordu. Ben de öğretmen olan rahmetli anneme gidip “Anne, yarın Fatih’i anlatacağım beni dinler misin?” dedim. “Oğlum, sonra” dedi. O sırada evde başka bir öğretmen arkadaşıyla örgü örüyordu. Ben çok ısrar edince beni bir güzel dövdü! Ben de zannettim ki “Fatih” denince dayak yeniyor. O günden sonra tarihten nefret ettim. Balat ve Ayvansaray’da yer alıp, bu semtler hakkında okumaya, öğrencilerimle ve öğretim üyesi arkadaşlarımla gezerek, semtin derin tarihini ve kültürünü anlamaya başlayınca bakış açım değişti. Şimdi buralarda dolaşırken yerde bir taş görsem, “Acaba bu taş tarihi midir?” diye merak ediyorum. Son dört senedir aklım fikrim Bizanslılar, Romalılar ve Osmanlılarda. Burada nasıl yaşamışlar, siyasal ve sosyal olarak Cumhuriyet’ten sonra ne gibi değişiklikler olmuş? Bunun üzerine araştırıyorum ve okuyorum. Son iki bin yıllık tarihi inceliyorum. Üniversitede aktif olarak çalıştığım için daha gerisini şu anda araştıramıyorum. İleride üniversiteden emekli olduğumda çok daha eski tarihi dönemlere kadar inmeyi ve okumayı istiyorum.



Balat ve Ayvansaray’ın tarihi konusunda etkinlikler düzenliyor musunuz?
Bu hat, İstanbul’un en önemli tarihi yürüyüşlerinin yapıldığı bir yer. Mesela Anemas Cafe ve öğrenci yurdunun bulunduğu yer Blahernai Sarayı’nın üstü. Hemen karşısında da Anemas Zindanları var. Kafenin ve yurdun adı da buradan geliyor. Anemas zindanları, 1600 yıl önce yapılmış. Kazasker Camii, Mimar Sinan’ın ilk eserlerinden ve 1585 yılında inşa edilmiş. Hemen önümüzde Emir Buhari Tekkesi var. Yani burası Roma, Bizans ve Osmanlının önemli yerleşim yerlerinden biridir. Ama burada yaşayanlar, semtin tarihiyle fazla ilgilenmemiş. Biz bu tesisleri açarak çok kişide farkındalık yarattık. Yüzlerce tarih toplantısı düzenledik. Hatta Edebiyat Fakültesi’nden birçok öğrencimi ve öğretim üyesi arkadaşlarımı gezdirdim bu semtte.

Fakat Rehberler Odası’ndan gelen müfettişler, bu amatör gezilere yönelik olarak, tarihi tur düzenleme yetkimizin olmadığını söylediler. Bu konuda çok katı kurallar olduğunu öğrendim. Bunun üzerine artık bu gezileri düzenlemiyorum.




Anemas Kafe dışında farklı çalışmalarınız var mı?
Akşam saatlerinde bu kafede geleceğe yönelik çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Tarih ve kültür konusunda uzmanları davet ederek konuşmalar organize ediyoruz. 62 yaşındayım. Bu yaştaki bir insan normalde bu tarz yatırımlar yapmaz, rahat yaşamak, gezip tozmak ister. Benim tarzım ise bunun tam tersi. Ömrüm üniversite öğrencileri ile geçti. Mesut Parlak döneminde dört sene Uluslararası akademik kurul başkanlığı ve rektör danışmanlığı görevinde bulundum. Diş hekimliği dışında yaklaşık 11 sene üniversite rektörlüğüne çeşitli alanlarda hizmet ettim. Akademik kurul ilişkileri ve sosyal projeler sırasında birçok öğrenci derneği ve yabancılarla ilişki kurdum.

Buna özel hayatın devamı şeklinde, hayatımın “B planı” diyebiliriz. Diş hekimliğinden emekli olduğum zaman ağırlık verebileceğim bir konu. İşin içinde tarih, sanat, kültür, öğrenci ve müzik, kısacası insana dair her şey var. Yaptığınız iş, sizin toplumdaki sosyal varlığınızı belirler. Oturup bir köşede ölümü bekleyebilir veya ölümsüz gibi yaşayıp öğrencilere bütün birikimlerinizi ve tecrübelerinizi aktarabilirsiniz. Öğretim üyelerinin en önemli fonksiyonlarından biri de bulundukları toplumla birikimlerini paylaşmaktır. Buraya gelerek birçok sosyal konuda farkındalık yarattığımı düşünüyorum. Kafede çalışan arkadaşlarımla beraber üretiyor ve hizmet ediyoruz. Hayatın her zaman dinamik olduğunu düşünüyorum.

10 yıl öncesi ile şimdiki zaman arasında çok ciddi bir değişim var. Birey olarak bütün birikim ve kazanımlarımızın paylaşılması taraftarıyım. Para her zaman kazanılır ve kaybedilir. Ama insana yatırım hiçbir zaman kaybettirmez. Mesela gittiğim bir yerde bir öğrencimle karşılaştığımda, öncesinde onunla kurduğum iletişime bağlı olarak, bana yakınlık göstermesi, oturup sohbet ederek bir şeyler paylaşması bende çok hoş duygular uyandırıyor.



Meslektaşlarınıza buradan seslenmek isterseniz neler söylemek istersiniz?
Meslektaşlarımla sürekli iletişim halindeyiz. Burada düzenlediğimiz etkinliklere katılan diş hekimi arkadaşımla bir araya gelme fırsatımız oluyor. Onlar da burada çeşitli yemek organizasyonları düzenliyorlar.

Geçtiğimiz akşam, kafede İstanbul Üniversitesi Müzik Kulübü’nün kuruluş yıldönümü kutlaması vardı. Ben de kulübün kurucu üyelerindenim. Bu etkinlikte öğrencilerime şöyle bir sorudan yola çıkmak gerektiğini söyledim; “Nasıl bir diş hekimi veya iktisatçı, eczacı… ve nasıl bir insan olmalıyız?” Ben diş hekimiyim mesela. Güzel dans edemiyorum, şarkı söyleyemiyorum, enstrüman çalamıyorum. Ama bunları yapamıyor olmam, öğrencilerime bu alanlarda bilgi, olanak ve gelişim imkânı sağlayamayacağım anlamına gelmez. Bu kulübü kurduktan sonra yüzlerce öğrencimin müzik alanında sertifika almasını sağladım. Tek başına bir meslek yetmez. Düşünün; sabahtan akşama muayenehanenizde kapanıyor, hasta bakıyorsunuz. Karşılığında bir daire ve bir araba alıyor, çocuklarınızı okutuyor ve ölüp gidiyorsunuz. Hayatta hiçbir renk yok. Hâlbuki diş hekimisiniz, güzel dans ediyorsunuz. Diş hekimsiniz şarkıcısınız, güzel şarkı söylüyorsunuz.

Nasıl öğrenci yetiştirmeliyiz? Ben bunu biliyorum. Mezun ettiğimiz öğrencimizin, diplomasının yanında dans, resim gibi sanat dallarından herhangi birinde eğitim almasını da sağlarsak o artık farklı bir insan olur. Onları doktor artı müzisyen, iktisatçı artı ressam yaparsak daha da zenginleştiririz.

“Diş hekimlerine nasıl bir öneride bulunursunuz” diye sorulduğunda, çok zor cevap verilir. Artık diş hekimi olmuş, kendini muayenehane pratiğine kaptırmış, gece yarılarına kadar diş kesen, gece eve gittiği zaman gözünden mine, dentin temizleyen diş hekimine ne öneride bulunayım ben? Adamın hayatı kaymış zaten! Cevap şu: Gelsinler benim kafeme… Belki o etkinliklere katılırlar, fotoğraf çekerler, farklı birileriyle tanışırlar, paylaşırlar, konuşurlar ve belki de hayatlarının birdenbire değiştiğini görürler. Mesela ben sadece bir ziyaretle değiştim. Eşimle buraya fotoğraf çekmeye gelmeseydim bütün bunlar olmayacaktı.

Yani bir taraftan mesleğinizi yapacak, diğer taraftan da herhangi bir alanda sana coşku, heyecan veren işleri yapacaksın. Hayattaki kazanç sadece maddi değildir. İnsanın neyi kazanıp, neyi kazanmayacağı göreceli bir konudur. Ayrıca öğrencilerime şu tavsiyede bulunuyorum: Bir araya gelip, biriniz tedavi ağırlıklı, biriniz protez, biriniz cerrahi ağırlıklı çalışın. 3-4 kişi bir araya gelerek tek bir poliklinik açın, masraflar daha az olur. Artık tek başına muayene açıp, orayı ayakta tutmak çok zor. Örgütlü bir çalışmaya girilirse insanlar kendilerine daha çok zaman ayırabilir.

Bu benim hobim dediğiniz bir uğraşınız var mı peki?
Var tabi. Yemek pişirmek. Buraya 20 kişinin altında bir grup gelecekse yemekleri kendim yaparım. Her tür eti, balığı, özellikle somunu çok güzel pişiririm. Eşim yetiştirdi beni. Eşim çocuk kardiyoloğu olduğu için asistanlık zamanlarında gece hep hastanede kalıyordu ve işi çok ağırdı. Bu yüzden hiç yemek yapamadı. Ütü, temizlik, çocuk bakımı işlerini hep ben üstlendim. Ama hiç şikâyetçi olmadım. Çünkü bunlar beni rahatlatan işler olup hobiye dönüştü. Yemek yapmak, misafirlere sunmak olağan üstü bir duygu.



Diş hekimliği sektörü ile ilgili görüşlerinizi de öğrenebilir miyiz?
Ben artık çok eski bir hocayım. 1971’de öğrenci olarak girdim. Öğrencilik, öğretim üyeliği, muayenehane çalıştırma derken yaklaşık 45 sene oldu. Hala üniversitede aktif olarak çalışıyorum. Hiçbir meslek, ülkenin sosyo-ekonomik ve siyasal yapısı dışında düşünülemez. Kaliforniya’da Muayenehanelerdeki diş hekimliği hizmeti hangi yönde gelişiyor diye her 10 senede bir araştırma yapılıyor. Araştırmalarda diş çekimlerinin, cerrahi girişimlerin azaldığını, buna karşılık diş beyazlatma, estetik, dişlerin ağızda korunması yönündeki girişimlerin arttığını, endodonti ve periodontolojinin geliştiğini, total protezin de çok azaldığını görüyoruz. Ayrıca implant gelişiyor.

Yani; kişisel gelirin çok olduğu yerde diş sağlığının geliştiği görülüyor. Demek ki Türk toplumu da zenginleşirse varacağı nokta dişi korumaya yönelik olacak. Ama burada sosyo-ekonomik durum çok önemli. Bunu düzeltmek kolay değil. Örneğin şu anda 3 milyon Suriyeli ülkemize geldi, bir ekonomik krize girdik. Bu konu doğrudan doğruya diş sağlığını da etkiler. Diş fırçası kullanan insan sayısı, diş hekimine gidilme sayısı azalır. Bu da daha çok diş kaybı ve daha çok protez demektir. Geleceğin ne olacağını bilemem ama şu anda sektörümüzde bir kriz olduğu gerçek.

Ama bunun yanında hükümetin diş hekimliğini yükseltmek adına birçok çalışma yaptığını da görüyoruz. Birçok ağız diş sağlığı merkezinin açılmasını, toplu istihdam yaratılmasını, ağız diş sağlığını yaymak için yapılan kamusal hizmet ve projeleri destekliyorum. Çünkü insanların temel ihtiyaçları, acil tedavileri için böyle merkezlerin olması benim sosyal demokrat düşünceme de yatkın.

Son olarak neler eklemek istersiniz?
İki kere siyasete girdim başarısız oldum. İki kere dekan adayı oldum başarısız oldum. Kürsüde ana bilim dalı başkanlığına iki kere adaylığımı koydum başarısız oldum. İkiler benim hayatımda çok önemli. Bunu sadece olumsuz olarak düşünmeyin. Çok iyi görevlere de geldim. Rektöre iki kere danışman oldum. İki kızım var, sadece eşim tek!

Ben aile yaşantısıyla, üniversite yaşantısıyla, üniversite sonrası hizmetlerimle mutlu bir adamım. Her zaman şunu söylüyorum. Mutluluk benim için üretimdir. Bir şeyler üretiyorsanız, kendinizi meşgul ediyorsanız, eve gittiğinizde ölesiye yorgun hissediyorsanız ve rüyanızda kâbus görmüyorsanız bu en büyük mutluluktur. Hepinize güzel günler diliyor ve sevgilerimi sunuyorum.

Bu röportaj, Dişhekimliği Dergisi’nin Ocak 2016 tarihli 122. sayısında yayınlanmıştır. Abone olmak için burayı tıklayabilirsiniz.



Röportaj: Elif Taman&Derya Arslan (VYG)

YASAL UYARI: Bu yazı/haber/makalenin bütün yayın ve çoğaltma hakları VESTİYER YAYIN GRUBU'na aittir. Kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen iktibas edilmesi yasaktır.
Reklam
Reklam

Yorum Ekle
Copyright © Vestiyer Yayın Grubu, 1989-2021. Tüm Hakları Saklıdır.